Aşk Beyinde Midir Yoksa Kalpte Mi?

Aşk Nedir?

Aşk;  yüzyıllardır filmlere, kitaplara, şarkılara konu olan ve çocukluğumuzdan itibaren sıklıkla duyduğumuz bir kelimedir. Arapça kökenli bir kelime olan aşk, başkasına karşı duyulan derin sevgi anlamına gelir. Sevgi türlerine dair ilk psikiyatrik çalışmayı, Sigmund Freud yapmıştır.

Freud’a göre; sevginin her türlüsünün kaynağı cinselliktir. Biyolojik olarak sevginin, hormonlar ya da kimyasallar bakımından cinsellikten başka bir kaynağı yoktur. Psikiyatrist Erich Fromm ise sevgiyi, insanlığın sorunlarına bir yanıt olarak  kişide ki aktif ve yaratıcı gücün kaynağı olan bir enerji olarak tanımlıyor. Bu söz konusu kaynak, yaratıcılıkla sevmeyi de bir sanat olarak tanımlar.

Bu çerçeve de sevgiyi, biyolojik kaynağı ne olursa olsun kardeşçe sevgi, anaç sevgi, cinsel sevgi, öz sevgi ve tanrı sevgisi olmak üzere 5 başlık altında sınıflandırır.

  • Kardeşçe sevgi; en temel olandır ve tüm sevgi türlerinin içinde yer alır.
  • Anaç sevgi; annenin çocuğuna duyduğu koşulsuz sevgidir. Kendini en çok koruyuculuk davranışı ile gösterir. Karşılıklı koruyuculuk, onaylama davranışlarını içerir. Diğer türlerden en belirgin farkı, cinsel sevgide eşitlik anlayışının olmamasıdır. Cinsel sevgide tek bir kişi seçilir ve cinsellik davranışı o kişiyle sınırlandırılır.
  • Öz sevgi; diğer tüm sevgi türlerinin ön koşulu niteliğindedir.

Robert Sternberg, aşkın ve ilişkinin boyutlarını üçgen teorisiyle açıklıyor. Bu teoriye göre aşk; yakınlık, bağlılık ve tutku durumlarının farklı kombinasyonlarıyla farklı boyutlara ayrılıyor.

  • Yakınlık: Bağlılık, yakın olma, ve sırları paylaşma hislerini içerir.
  • Tutku: Cinsel ve romantik çekim öğelerini arındırır.
  • Bağlılık: İlişkiyi ileri boyutlara taşımak için gerekli olan sorumluluk, planlama, inisiyatif alma gibi öğeleri içerir.

Aşk, her insanın hayatında en az bir kere deneyimlediği tarifi zor olan bir duygudur. Aşağıda bazı düşünürlerden aşk tanımlarını okuyacağız:

Freud: “Yaşam belirtisinin kökeninde duygulanma; duygulanmanın da temeli aşktır.’’

Shakespeare: “Değişiklikle karşılaşınca değişen aşk, aşk değildir… aşk gözle değil ruhla görülür.”

Mevlana: “Bir aşkı başka aşk söndürebilir. Aşkta ne yükseklik, ne alçaklık, ne de akillilik ve akılsızlık vardır. Hafızlık, şeyhlik, müritlik yoktur. Sadece kepazelik, aşağılık ve rintlik vardır. İnsanın toprağını aşk şebnemi ile yoğurdukları için alemde yüzlerce fitne ve kargaşalık peyda olur. Aşkın yüzlerce neşteri, ruhun damarlarına sokuldu ve oradan gönül adi verilen bir damla aldı… aşk öyle engin bir denizdir ki, ne kenarı vardır, ne de ucu bucağı.”

 Moliere: “Kadınların büyük tutkusu aşkı ilham etmektir. İnsanı aşkın güzellikleri yaşatır.”

 Montaigne: “Aşk utanma ve çekinmenin olduğu yerde vardır.”

Bir kısım sufiler ise aşkı, ‘insanın rahatını, iştahını, uykusu kaçıran tutku’’ olarak tanımlar.

 

Aşk Beyinde Mi Kalpte Mi?

Aşkın sembolü hepimizin de bildiği üzere kalptir. Ancak bütün duygulanımlarımızın ve zihinsel süreçlerimizin kaynağının beyin olduğunu biliyoruz. Hiçbirimiz aşk acısı çekerken, kalbim acıyor veya beynim acıyor demeyiz. Tamamen kalbin, aşkı sembolize eden daha cazip bir görüntü olmasından kaynaklandığını söyleyebiliriz. Nitekim ‘seni seviyorum’ kelimesinden sonra beyin çizmek çokta hoş olmazdı.

Aşkı yukarıda da gördüğümüz gibi birçok farklı şekil veya şekillerde tarif edebiliriz. Birçok duruma karşı da aşk duyabiliriz. Örneğin; işine aşkla bağlı olan binlerce insan vardır. Aşkla spor yapan, yemek yiyenler…

Aşkla yapılan birçok şey var ancak biz aşkı, biyolojik olarak inceleyeceğimiz için kadın ve erkek arasındaki tutkulu bağlılık anlamında ele alacağız.

Aşk Nasıl Bir Yol İzler?

Aşkın tanımı olarak başkasına duyulan derin sevgi demiştik ve bu derin sevginin başlaması için önce iki kişinin birbirini görmesi gerekir. O zaman aşkın başlangıcı için en öncelikli uyaranın görsel uyaranlar olduğunu söyleyebiliriz. Bu da biz de ilk görüşte aşk kavramına yönlendirir. Buradan yola çıkarak, aynı zamanda ilk görüşte aşkın da mümkün olduğu sonucuna varabiliriz.

Öncelikle karşıdaki kişinin görsel özellikleri (saçları, gözleri, fiziksel özellikleri vb.) algımıza takılır. Daha sonra kişinin sesi, kokusu, entelektüel seviyesi, eğitim durumu, statüsü gibi diğer faktörler ele alınır. Bir diğer önemli unsur da feromon adı verilen kokusuz koku sinyalleridir. Bu sinyaller sayesinde kendimize biyolojik açıdan en uygun eşi seçebiliriz. Feromonlar ter bezlerinden salgılanır ve eş adayının olası biyolojik uyumu, çiftleşmeye uygunluğu hakkında bizlere ipuçları sağlar. Böylece bizim biyolojik açıdan en uygun eşi seçmemize yardımcı olur.

 

Aşık Beyin Nasıldır?

Aşık olan insanların beyin taramaları sırasında, aşık oldukları kişinin resimlerini gördüklerinde veya onları düşündüklerinde belli bölgelerin aktiviteleri artmıştır. Bazı bölgeler beynin korteksinde bulunur ve aşkın istemli davranışlar üzerindeki etkilerinden sorumludur.

İstemli davranışlara örnek verecek olursak; aşık olduğun kişiden başkasını düşünememe, yeme isteğinde azalma veya akıla gelmemesi ve için içine sığmaması diyebiliriz. Bazı bölgeler ise beyin yarımküresinin içinde yer alan korteks altı sistemlere aittir. Bu bölgeler aynı zamanda madde bağımlılığı gibi durumlarda da aktifleşir ve kişiye ödüllendirilmişlik duygusu veren ödül sisteminin parçalarındandır. İnsan aşık olduğu kişiyi veya onunla ilgili güzel anılarını düşündüğünde,kendini ödüllendirilmiş hisseder ve içini istemsiz bir mutluluk kaplar.

Aynı zamanda aşık olan insanın beyninde hipokampüs faaliyetleri de artar. Ancak hipokampüs faaliyeti, romantik aşk ve cinsel aşkta artarken, anne aşkında artmaz. Anne aşkında hipokampüsün uyarılmadığını görürüz. Buradan yola çıkarak hipokampüs uyarılmasının, aşkın cinsel kısmıyla ilgili olduğu sonucuna varabiliriz.

Aşık İnsanda…

  • Dopamin düzeyi artar. Artan dopamin miktarı, insan zihnini aşık olduğu kişiye gittikçe şiddetlenen bir düzeyde bağlar ve kişi zamanla ona bağımlı hale gelir. ( Aynı madde bağımlılarında olduğu gibi…)
  • Seroton’in, tokluk ruh durumunun düzenliliği ve mutluluk düzeyiyle yakından ilgilidir. Serotonin aşkın ilk evrelerinde azalır ve insan yalnızca aşık olduğu insanın yanındayken mutlu hale gelir ve böylece devamlı onun yanında olmak ister.
  • Oksitosin’in en bilinen özelliği orgazm sonrası, doğumda ve doğumdan sonra anne sütünün salınmasında görev almasıdır. Bir diğer özelliği ise bağlanmadır. Annenin bebeğine olan düşkünlüğü bile büyük oranda oksitosinle alakalıdır ve oksitosin eksikse bu bağlılıkta eksilir.
  • Vazopressin ise erkeklerde saldırganlıkla alakalıdır. Aşık erkekler de veya aşık beyinler de aşkı için her şeyi yapmaya hazır olması büyük ihtimalle vazopressinle ilgilidir.

Aşkı ne kadar kalbimizde hissettiğimizi düşünsek de aslında her şey beynimizde olup bitiyor. Vücudumuzdan salgılanan çeşitli kimyasallar sayesinde aşkımız pekişiyor. Aşık insanların beynin ön bölgelerinde yer alan bazı bölgelerin, baskılanması ile akıl yürütme ve planlama işlevlerinde bazı aksaklıklar meydana geliyor.

Akılcı düşünmeyle ilgili bölgeler ise büyük oranda devreden çıkıyor. Fakat, zamanla bu değişiklikler ortadan kalkıyor ve aşkın bittiğini düşünüyoruz. Aşık beyinde meydana gelen şeyler ortadan kalkıyor.

Yani, ‘aşk kalpte mi yoksa beyinde mi ?’ sorusunun cevabına, BEYİNDE demek pek yanlış olmaz.

 

Kaynakça ve İleri Okuma:

  • Kimsenin Bilemeyeceği Şeyler, Sinan Canan

Yazar: Sena KALAZ

 

Yorum yapın