Yolcu ve Yolculuk Üzerine Psikoloji Perspektifinden Bir Derleme
Yolculuk birçok duygu ile karakterize bir kelimedir esasen. Sevdiğiniz birinin yanına giden yollar neşeyi, ayıran yollar hüznü çağrıştırır. Fakat ben bu yazımda korkunun, kayıpların, acının yolculuğunu psikoloji bilimi perspektifiyle anlatmaya çalışacağım.
Göç, son yıllarda yaşanan sosyal, politik tüm meseleler sonucunda tüm dünyanın ve tabi Türkiye’nin çok duyduğu, konuştuğu bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Psikoloji, sosyoloji, siyaset bilimi, ekonomi gibi birçok bilim alanında bilim insanları göçü ve göçün getirdiği entegrasyon sorununu, ekonomik planlamayı, toplumsal düzenin nasıl sağlanacağını konuşuyorlar. Göç, insanlık var oldu olalı yaşanan, yaşanmaya da devam edecek olan bir olgu. Yahudilerin yıllarca yaşadıkları göç deneyimleri, beyin göçleri, doğudan batıya süregelen göçler her birimizin haberlerde duyduğumuz şeyler. Bunun yanında meseleye çoğunlukla toplumlar tarafından baktığımızı da belirtmek isterim. Göçün aktörü öncelikli olarak göçmendir ve göçmenler üzerine konuşulması gereken büyük bir konu havuzu hâlihazırda mevcuttur.
Göçmenlerin duygusal, sosyal, anlamdaki alışma süreçleri, yabancısı oldukları toplumla girdikleri ilişki, çoğunlukla yaşadıkları travma ve bunun akabinde gelişen tüm patoloji ve problemler psikoloji biliminin araştırdığı göç konularındadır. Bunun yanında göçmenlerin uğradıkları/ uğrayacakları ayrımcılıklar, önyargılar da göçmenleri yeni savunma mekanizmaları, sosyal bir fanus yaratmaya itmiştir ki bu da psikoloji biliminin konu olarak üstüne aldığı başlıklardır. Bunun yanında Türkiye’de gelen göçmen dinamikleri son yıllarda çalışılmaya başlanmıştır ki bunun sebebi bu zamana kadar Türkiye göç veren ülke olarak tanımlanırken son yıllarda oldukça yoğun göç almasıdır. Ben yazımda özellikle göçmen bakış açısı ile literatürü sunmaya çalışacağım.
Göç ve Travma
Göç, özellikle zorunlu göç her zaman psikolojik travmalar yaratır. Kişi alıştığı okulundan, işinden, mahallesinden, arkadaşlarından ayrılır. Ki bundan çok daha travmatik sahneler de yaşanabilir. Bu sahneleri özellikle son yıllarda maalesef medyada sıkça görmekteyiz. Yaşanılan iklimin, yemek kültürünün değişimi dahi büyük travmalar yaratacak cinsten değişimlerdir. Yeni bir kültüre, topluluğa ayak uydurması gereken göçmen zorunlu göç yaşadı ise çoğunlukla servetini de kaybetmiş şekilde hedef ülkeye ulaşmış olacaktır. Dolayısıyla büyük bir belirsizliğin içinde kendisini bulacaktır. Tüm statüsünü, mesleğini vatanında bırakan göçmen çoğunlukla hedef ülkede kendi işini yapmayacak ucuz iş gücü olarak kullanılacaktır. Elbette ki bu zorlu süreç hem yetişkinler hem de çocuklar için travmatik sonuçlar doğuracaktır.
Göçmenlerde bu süreçte ilk olarak fiziksel sağlıklarında kötüleşme görülecektir. Bunun yanında hedef ülkenin gelinene ülkeyle benzerliğine göre değişecek bir uyum problemi de varlığını gösterecektir. Kişide yabancılaşma, kendisini yalnız ve değersiz hissetme de beklenebilir sonuçlardandır. Adil dünya inancı teriminden burada bahsetmek isterim. İnsanlar dünyanın gerçekten adil olduğuna yaşanan kötülüklerin de iyiliklerin de yaptıklarının sonucunda yaşandığına dair bir inanca sahiptirler. Göçmenlerin perspektifinden baktığımızda yaşanılan bu travmatik durum kişiliklerini bu anlamda da zedeleyecektir. Hedef ülkenin insanları tarafından bakıldığında ise göçmenler bu yaşanılanları hak eden bir insan grubudur. Ki bu fikir açıkça beyan edilmese dahi insan davranış ve söylemlerine yansıyacaktır.
Yukarıda da bahsettiğim işsizlik, yalnızlık, değersiz hissetme göçmen için stres kaynağıdır. Bu stresörler arttırılabilir. Stresör, kişinin sağlığını olumsuz etkiler.
Özellikle 18-24 yaş arası göçmenlerde kendi hayatın üzerindeki kontrol duygusunun zayıflaması, işsizlik ve öğrenim sürecinin aksaması gibi stresörlerin somatik belirtilere neden olduğu görülmüştür. Bunun yanında göçmenler sosyal izolasyon ve çalışma şartları zorlukları sebebi ile de stres yaşamaktadırlar. Stresörler göçmenlerde anksiyete ve deprosyana neden olmaktadır. Elbette ki stresörleri ve sonuçlarını göçmenin cinsiyeti, yaşı, ailesi ile birlikte olup olmadığı, dil bilgisi, ve travma geçmişi gibi birçok parametre etkilemektedir. Sosyal bağların zayıflığı olası psikopatolojilerin ihtimalini arttırmaktadır. Sosyal bağlantısı zayıf olan göçmenlerin riskli davranışlarının arttırdığı görülmüştür.
Gömenlerle yapılan araştırmalarda bahsedilen psikopatolojilerin prevansının en yaygın Türkiye’deki göçmenlerde görüldüğü bulgusuna ulaşılmıştır. Ülkemiz özelinde yapılan araştırmalarda da özellikle kadın göçmenlerde duygusal zorluğun erkek göçmenlere göre daha fazla olduğu görülmüştür.
Görüldüğü üzere göç insan psikolojisini derinden etkileyen bir olgudur. Hem göçmen hem de halk için zorlu bir süreçtir fakat unutulmamalıdır ki sosyal destek bu sürecin daha rahat geçmesini sağlayacak önemli parametrelerdendir.
Göç Psikolojisi serisinin ilk yazısında göçmenlerin sıklıklar yaşadıkları toplumsal, psikolojik sorunları ve bu bağlamda yaşadıkları psikopatolojileri genel olarak açıklanmış oldu. Serinin ikinci yazısında konu üzerine daha derinden bir derleme sizlerle olacak.
Yakında görüşmek üzere!
Kaynakça ve İleri Okuma:
- Fatih Yaman: Göç ve Toplum-Dünyada ve Türkiye’de Değişen Nüfus Hareketleri
- Murat Paker- Sosyolojik Açıdan Göç
- Meral Gezici Yalçın- Göç Psikolojisi
- Ayla Tuzcu, Kerime Bademli- Göçün Psikososyal Boyutu
Yazar: Esra KAMACI